Hasan Basri Çantay Meali |
|
Kaaf, o çok şerefli Kur'ana yemîn ederim ki (Mekke kâfirleri peygambere îman etmediler). (50:1) | |
Bil'akis o kâfirler, kendilerine içlerinden inzâr edici (bir peygamber) geldi diye, hayrete düşdüler de «Bu, dediler, şaşılacak bir şey». (50:2) | |
«Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi (tekrar hayâta dönecekmişiz)? Bu, (ihtimalden) uzak bir dönüşdür». (50:3) | |
Toprak, onlardan neleri (yeyib) eksiltdiğinizi biz muhakkak bilmişizdir. Nezdimizde de (her şey'i) hıfız (ve tesbît) eden bir kitab vardır. (50:4) | |
Hayır, onlar, kendilerine hak gelince (onu) tekzîb etdiler. Şimdi onlar şaşırmış bir haldedirler. (50:5) | |
Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu nasıl bina etdik. Onu (yıldızlarla) nasıl donatdık. Onun hiçbir gediği de yok. (50:6) | |
Yere de (bakmadılar mı?) Onu (nasıl) döşedik. Ona (nasıl) sabit dağlar koyduk. Onda her sınırdan içe ferah verici (ne) çiftler bitirdik! (50:7) | |
(Biz, bütün bunları) tâatımıza dönen her kulun kalb gözünü açmak, (ona) ibret vermek için (yapdık). (50:8) | |
Gökden de bereketli su indirdik de onunla bağçeler, biçilecek taneler bitirdik. (50:9) | |
Ve domurcukları birbiri üstüne binmiş uzun boylu hurma ağaçları (yetişdirdik), (50:10) | |
ki (bunlar) kullarına rızık olmak için (yaratılmışlardır). Biz onunla ölü bir memlekete can verdik, işte (kabirden) çıkış da böyledir. (50:11) | |
Onlardan evvel Nuuh kavmi, Ress yârânı, Semud (kavmi) de tekzîb etdi (ler). (50:12) | |
Aad, Fir'avn ile Lûtun ihvaanı, (50:13) | |
Eyke yârânı ve Tübba' kavmi dahi (tekzîb etdiler. Evet, bunların) her biri (gönderilen) peygamberleri tekzîb etdiler de benim tehdidim (onlara) hak oldu. (50:14) | |
Ya biz ilk yaratışda aciz mi gösterdik (ki tekrar diriltmekten âciz olalım)? Hayır, onlar bu yeni yaratışdan şüphe içindedirler. (50:15) | |
Andolsun, insanı biz yaratdık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekde olduğunu da biliriz. (Çünkü) biz ona şah damarından daha yakınız. (50:16) | |
Hatırla ki (insanın) hem sağında, hem solunda oturan, onun amellerini tesbît etmekde olan iki de (melek) vardır. (50:17) | |
O, bir söz atmaya dursun, mutlak yanında haazır bir gözcü vardır. (50:18) | |
(Bir gün bakarsın ki) ölüm baygınlığı, gerçek olarak gelmiş. «İşte bu, senin kaçıb durduğun şey» (denilmiş) dir. (50:19) | |
Suur'a da üfürülmüşdür. İşte bu, tehdîdin (tehakkuk etmiş) günüdür. (50:20) | |
(O gün) herkes, beraberinde sürücü ve şâhid (iki melek) bulunduğu halde, (mahşere) gelmişdir. (50:21) | |
Andolsun ki sen (dünyâda) bundan gafletde idin. İşte senden perdeni kaldırıb açdık. Bugün gözün (ne kadar) keskindir! (50:22) | |
Onun yoldaşı olan (melek) dedi (der) ki: «İşte yanımda (yazılı) olan şey karşındadır». (50:23) | |
(24-25) (Ey iki melek, hakka karşı) alabildiğine inâdeden, hayra bütün hızıyle engel olan, zaalim, şübheci her nankörü atın cehenneme! (50:24) | |
Ki o, Allah ile beraber diğer bir Tanrı daha edinendir. Haydi ikiniz birden onu en çetin azabın içine atın. (50:26) | |
Arkadaşı (olan şeytan) «Ey Rabbimiz, onu ben azdırmadım. Fakat o, (zâten hakdan) uzak bir sapıklık içinde idi» dedi (ler), (50:27) | |
(Allah) buyurdu (buyurur): «Benim huzuurumda çekişmeyin. Ben size önceden tehdîd göndermişdim». (50:28) | |
«Benim yanımda söz değişdirilmez. Ben kullara zulümkâr da değilim». (50:29) | |
O gün cehenneme «Doldun mu?» diyeceğiz. O da «Daha var mı?» diyecek! (50:30) | |
Cennet, takva saahiblerine, uzak olmayarak, yaklaşdırılmışdır. (50:31) | |
İşte size va'd olunan; (gördüğünüz şu) cennetdir ki (o, Allahın tâatına) dönen, Onun (hudûd ve ahkâmına) riâyet eden, (50:32) | |
Çok esirgeyici Allaha (bütün samîmiyyetiyle) gıyabî saygı gösteren, Hakkın tâatına yönelmiş bir kalb ile gelen kimselere haasdır. (50:33) | |
Selâmetle girin oraya, işte bu, ebedîlik günüdür. (50:34) | |
Orada onlar ne dilerlerse var. Nezdimizde daha fazlası var. (50:35) | |
Biz, bunlardan evvel nice nesilleri helak etdik ki onlar kuvvetçe kendilerinden daha (üstün ve) çetin idiler, (Öyle ki ölümden kurtulmak için) memleketlerde delikler aramışlardı. (Fakat) firara bir (çâre) var mıydı? (50:36) | |
Şübhesiz ki bunda aklı olan, yahud, kendisi huzuur (-ı kalb) içinde olarak, kulak veren kimseler için elbette bir öğüd (ve haatıra) vardır. (50:37) | |
Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri altı günde yaratmışızdır. Bize hiçbir yorgunluk da dokunmamışdır. (50:38) | |
(Habîbim) ne derlerse sen (şimdilik) sabret. Rabbini, güneşin doğuşundan evvel ve batışından önce, hamd ile tesbîh (ve tenbîh) et. (50:39) | |
Gecenin bir cüz'ünde ve secdelerin arkalarında da onu tesbîh et. (50:40) | |
Nida edenin yakın bir yerden ünleyeceği güne kulak ver. (50:41) | |
O gün (bütün halk) o hak sayhayı işideceklerdir. İşte bu (kabirden) çıkış günüdür. (50:42) | |
Öldürecek de, diriltecek de şübhesiz ki biziz, biz. Dönüş de ancak bizedir. (50:43) | |
O gün hepsi sür'atle çıkmak üzere arz kendilerinden ayrılır. İşte bu, bize göre kolay olan bir haşirdir. (50:44) | |
Biz onların neler demekde olduklarını çok iyi bileniz. Onların üstünde bir zorba değilsin sen. Onun için benim tehdidimden korkacaklara (sâdece) Kur'an ile öğüt ver. (50:45) | |